Serdar Kuş

Serdar Kuş

       

GÜNEŞİN ÜLKESİ LİKYA’DA BİSİKLET TURU  ( 4.GÜN PATARA )


Yeni bir güne uyandığımızda, kumlarla kaplı antik kent Patara’daydık. Likya’nın başkenti Patara, Batı Likya’nın dünyaya açılan deniz kapısıdır. Likya’nın en büyük ve zengin kentlerinden biri olan Patara, Ege deniz yolu üzerinde vazgeçilmez bir Liman kentidir aslında. Eşen çayının taşıdığı kumlar M.S. 16.yüzyıldan itibaren limanın ağzını örtmüş. Böylelikle bir iç göle dönüşen Patara kenti, kapılarını tarihe de kapamıştır. Bugün büyük ölçüde plajdan gelen kumlarla dolu bir kenttir Patara. 18 km uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun kumsalına sahip   Patara Plajındaki kumların görüntüsü, bir çölü andırır adeta. Bu durumu Yeşilçam filmlerinin yönetmenleri bir fırsata çevirerek, filmlerindeki çöl sahnelerini burada çekerlermiş.  Ören yerinin tamamen kumlarla kaplanmaması için, kumsal alan okaliptüs ile ağaçlandırılmış.

Patara’nın, Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi’ne önerilmesinin sebeplerinden birisi, dünyanın ilk parlamento binasının Patara’da bulunmasıdır. Antik dönemin en mükemmel demokrasi modeline sahip Likya Birliği’nin toplantı yeri olan bina, 1991 yılında kumlarla kaplı, tamamen harap bir halde keşfedildi. İki yıl süren, Türk arkeoloji tarihinin en büyük restarasyon çalışmasıyla ayağa kaldırıldı. Bizans Dönemi’nde Noel Baba olarak bilinen Aziz Saint Nicholas’ın doğum yeri olarak ün yapmış kent,  Hristiyanlıkta önemli sayılmış ve Kutsal topraklara giden hacıların uğrak yeri olan bir liman halini almıştır. Patara ayrıca, Hz İsa’nın havarilerinden Saint Paul’un Roma’ya gitmek için gemiye bindiği limandır. Patara, Erken Hristiyanlık Dönemi’nde piskoposluk merkezi olmuştur.

Çevre Bakanlığınca “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilen Patara plajı, Caretta-Caretta deniz kaplumbağalarının üreme alanıdır. Plajda akşam saatlerinden sonra kesinlikle kalınamıyor. Bölgede Caretta’ların üreme dönemlerinde gösterilen titizlik gerçekten takdire şayan.

             Patara’dan ayrılıp Kaş’a doğru yöneldiğimizde aşmamız gereken 45 km’lik bir mesafe bizi korkutmadı. Çünkü bu güzergahta Kalkan ve Kaputaş plajını görecek olmanın heyecanını taşıyorduk. Fakat bu sevincim İngilizlerin ikinci vatanı haline gelen Kalkan’ı görünce değişti. Üç bin nüfuslu beldenin yarısı İngilizlere satılmış. Kalkan adeta küçük Londra olmuş. Çarşıda pazarda İngilizce konuşulan, restoranlarda menülerin İngilizce basıldığı, para birimi olarak sterlinin öne çıktığı bir belde halini almış.  1920’ye kadar Kalamaki “Güzel Yer” diye anılan Kalkan’a sahip çıkamamışız, İngilizler de sefasını sürüyor.

         Kalkan’dan beş kilometre sonra ve Kaş’a yirmi kilometre kala mesafede ulaştığımız Kaputaş plajı beni tekrar kendime getirmeye yetti. Türkiye’nin birçok önemli plajını gördüm ama Kaputaş plajını hiç bir plajla karşılaştırma hadsizliğine düşmeyeceğim. Doğallığıyla, bozulmamışlığıyla, suyunun ideal ısısıyla ve altın rengi kumsalıyla bırakın Türkiye’yi dünyada eşi benzeri olduğunu sanmıyorum bu plajın. Kanyon ağzında yer alan Kaputaş’ta, yer altından akan suların süzülerek plaja karışması, suyun her zaman serin kalmasını sağlıyor. Mavinin bütün tonlarını barındıran Kaputaş’taki hakim renk tabii ki turkuaz. Kaş- Kalkan yolundan 187 basamak inilerek ulaşılan plajın düzenlenmesinde emeği geçen Kaş Belediyesi’ni de kutlamak lazım, bu doğa harikasını bozulmadan günümüze taşıdığı için.

         Kaputaş’tan Kaş’a kadar Akdeniz’in, mavinin bütün tonlarındaki berrak sularını izleyerek ve lodosa benzer bir rüzgarın esintisiyle pedallarımızı çevirdik. Kaş’a yaklaştığımızda, burnumuzun dibindeki -bize ait olmayan- Meis adası artık görüş alanımıza girmişti. Yunanistan’ın Akdeniz’deki tek adası olan Meis’in Kaş’a uzaklığı sadece yedi kilometre. Resmi adı Megisti, ama yerli halkın Kastellorizo dedikleri ada 1912’ye kadar Osmanlıların elindeydi. 1.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla İtalyanlara,  2.Dünya Savaşı’ndan sonra da Yunanistan’a geçen adaya bugün biz uzaktan seyrediyoruz ancak.

          Meis adasına hayran hayran bakarken, artık gideni kendisine meftun eden Kaş’taydık. Bu güzelim beldenin hiç acelesi olmayan, huzur veren, dar sokaklarıyla bütünleşmiştik bile.