Nedim İnce

Nedim İnce

       

TIPKI


“Babam bahçıvandı. Şimdi bahçe oldu.”cümlesiyle başlıyor Georgi Gospodinov’un ‘Bahçıvan ve Ölüm’adlı kitabı. Kitabın künyesinde roman yazıyor. Ben roman olarak okumadım. Daha çok bir anı kitabı olarak değerlendirdim. Yazar, babasının son safha kanser hastalığını, bu süreçte yaşadıklarını, babasının ölümünü anlattığı kitapta; geri dönüşlerle çocukluğunu, babasının çocukluğunu da anlatıyor. Bu anlatım sırasında o zaman tünelinde Bulgaristan’da neler olduğu konusunda bir fikir de veriyor.

Aile yapıları, çocuk büyütme kültürleri, eğitimin durumu, değişen siyasal rejimin sosyoekonomik izdüşümü, kişilerin hayatlarına etkisi, yazarın kendi ağzından anlatımıyla bize ulaştırılıyor. 

Yazarın gerçek yaşantısından bir kesitin anlatımın içeren kitap roman formatında yazıldığı için olsa gerek, ben öyle okuyamasam da, roman diye nitelendirilmiş.

Georgi Gospodinov kitabın başlangıcına; “Bir hikaye, yaşanmış ve kişisel olsa bile, bir kez dilden geçince, kelimelere bürününce artık bize ait olmaktan çıkar, o artık gerçeklik kadar kurmacanın da düzenine aittir.” cümlesini koyarak roman adlandırılmasını güçlendirmek istemiş sanki.

Kitabı sevgili Gönül Malat önerdi. Gönül Malat bir tıp doktoru. Hekimliği ile boy ölçüşecek kadar da iyi bir okur, iyi de bir yazar. ‘Zaman Çatlağı’ adlı çok etkileyici bir öykü kitabı var. İkinci kitabının doğumu ise çok yakın. Onun asıl özelliği engin edebiyat bilgisiyle harmanladığı derin okuma becerisiyle çok iyi kitap analizleri yapmasıdır. Gönül Malat’ın üzerine yazdığı bir kitabı, yazısından sonra tekrar okursanız, adeta başka bir kitap okumuş olursunuz.

‘Bahçıvan ve Ölümü’ isimlikitabı önerdiği için sevgili Gönül Malat’a çok teşekkür ederim. Kitap beni çok etkiledi. Yazar babasının son günlerini ve ölümünü anlatırken, babasının bahçıvan olmasından yola çıkarak yaşam ve ölüm diyalektiğini basit, basit olduğu kadar da güzel bir edebi dille ifade etmektedir.

 

Öncelikle beni çok etkileyen şeylerden biri, gündelik hayatta bazı insanların karşılaştığı bir yaşam kesitini, bu kadar akıcı ve edebi bir dille yazıya dökebilmesi ve de bundan roman türünde bir eser ortaya çıkarabilmesidir.

Kitapla özdeşim kurmamı sağlayan duyguları çok iyi aktarabilmesinin yanı sıra başka bir şey daha vardı. Yazar babasını, babasının çocukluğunu, baba oğul ilişkisini ve daha bir çok kültürel şeyi anlatırken sanki beni, benim yaşantımı,  babamı, babamla ilişkimi anlatıyordu.

Çocukluğu, çocukluğuma çok benzemese de, ortak noktaların varlığından söz etmem mümkündü.

Ayrıntıya girip kitabı okumak isteyenlerin tadını kaçırmak istemem.

Bu benzerlikler, atalarımın 150 sene önce Bulgaristan’dan göç etmesine bağlı olabilir mi diye geçti aklımdan. O toprakların kültürüyle gelen atalarım, uzun süre kapalı bir köy ortamının da etkisiyle, fazla bir değişikliğe uğramayan bu kültürle bizi büyütüp yetiştirmiş olabilirler.Böyle olduğunu kabul ettiğimde Bulgaristan’ın kırsalını anlatan yazarın anlatımlarıyla benim yaşadıklarımın benzerliği anlaşılır hale gelmektedir.

Georgi Gospodinov’a imrendim. Ondaki kurgu yeteneğimin birazının bende olmasını çok isterdim. Bu sayede zihnime üşüşen bir çok şeyi keyifle yazıya dökme imkanım olurdu.

Denemelerle yazıdan kopmadan, ‘çıkmayan candan umut kesilmez’ misali yine de böyle bir şeyin umudunu sürdürmemin sakıncası yok sanırım.